ASLI AYDIN: TARİH YÜRÜYOR’ (04. 12. 2014)

228

AKP, Tayyip Erdoğan öncülüğünde inatla gündemde “Yeni Türkiye” kavramının yer almasını, kendi Cumhurbaşkanlığı sürecinin “Yeni” sözcüğü eşliğinde anılmasını istiyor.
AKP’nin 2002’de iktidara gelerek yeni bir rejim kurduğu doğrudur. Kökü 12 Eylül’e dayanır, o günden bu güne dek sürdürülen neoliberal dönüşümden bağımsız değildir. Lakin, toplumsal yaşamı mezhepçi temelde yukarıdan aşağı kuşatan, iktidarın tüm olanaklarını ele geçirerek devlet içinde tekelleşen, piyasacı eksende en katı sömürü düzenini yargı ve yasama gücüyle hoyratça inşa eden bir rejimin kurucusudur. Dolayısıyla bugün “Yeni” kavramının ortalarda dolaşması, AKP’nin bir dönemini karanlıkta bırakma çabasıdır. Oysa tam da bugün-AKP rejiminin tüm sıvalarının döküldüğü bu süreçte-o karanlıkta bırakılmak istenenlerin aydınlığa çıkarılmasına, bıkmadan usanmadan gündemde tutulmasına ihtiyaç vardır.
Bu kapsamda yolsuzluklara, işçi katliamlarına yönelik toplumda gelişen tepkileri bastırmak adına yapılan medyayı susturma operasyonuna karşı BirGün’ün
birlikte direnmeye
yönelik yapmış olduğu çağrı önemlidir.
AKP için “yeni” algısının yaratılması bir bakıma ekonomi açısından da önemli. Zira, AKP 2001 krizinden sonra devraldığı iktidarı büyük oranda ekonomik başarı hikâyelerine dayandırmıştır. Bugün ise yaratılan kirli rant ilişkileri, bir ağaca bile tahammülü olmayan beton hırsı, tüm yağmacı-zorba karakteriyle işçileri toplu katliama sürükleyen sömürü düzeni öylesine net ortadadır ki, benzer bir ekonomik hikâyenin toplumsal alanda karşılık bulmayacağını kendi de bilmektedir.
Neticede bugüne kadar toplumun emekçi kesimlerine ağır faturalar ödeterek hayata geçirdiği yıkım politikalarını sürdürebilmek, Soma’ya rağmen taşeronlaştırmaya, Yatağan’a rağmen özelleştirmeye devam edebilmek için “eskide” yediği hurmaları unutturmaya ihtiyacı var.
Buyurun bir örnek;
Erdoğan’ın 2006 yılında “son 30 yılın en iyisi” dediği bütçe bugün açık vermekte, daha önceki yıl kafa tuttuğu IMF’den bugün kendisi “bütçenizi iyileştirin” uyarısı yemektedir. Davutoğlu, IMF’nin yapısal reform ve özelleştirmeler direktiflerine tamı tamına uyularak özelleştirmelerin hızlanacağından bahsetmekte, 2015 yılında 8 milyar liranın üzerinde özelleştirme geliri hedeflenmektedir.
AKP, bu geliri pürüzsüz bir şekilde ancak “yeni” Türkiye’de gerçekleştirebileceğinin bilincindedir.
Lakin bugüne kadar özelleştirilen kurumlarda yaşanan kitlesel işten çıkarımlar, güvencesizliğin yaygınlaşması, muazzam ölçüde hak kayıpları, dün Tekel’den bugün Yatağan’a uzanan direnişlere neden olmuştur. özelleştirilen madenlerin ölüm çukuruna dönüştüğü, tarihin en büyük işçi katliamı olan Soma ile tescillenmiştir. Yerli üretimle birlikte tarımı, çiftçiyi yok eden özelleştirmelerin dış bağımlılığı arttırıcı karakteri de, satış işlemlerinin nasıl eşe-dosta kıyak usulü yapıldığı da yaklaşık 197 milyon dolar değerindeki SEKA’nın 1 milyon 100 bin dolara Albayraklar’a “hediye” edilmesiyle net bir şekilde görülmüştür.
Tüm bunlarla birlikte özelleştirmelerin kendilerine işsizlik, güvencesizlik, düşük ücret, kamu hizmetlerinden yoksunluk ve hatta iş cinayetleri/ölüm olarak döneceğinin farkına varan yurttaşların sayısı hızla artmıştır. özelleştirmenin sadece kamu varlıklarıyla sınırlı olmadığını, artık iktidarın kendisiyle birlikte eşe dosta kaynak yaratmak için doğal varlıkları “acele kamulaştırma” yöntemiyle bu yağma düzenine kattığını bilenlerin sayısı da hızla artmıştır.
Tüm bunlarla birlikte olan bitenin farkında olan, itiraz etmekle kalmayıp kökünden değiştirmek isteyenlerin niceliğini Haziran direnişi ortaya koymuştur.
Yani şimdi hikâyelere inanmak bir yana AKP’nin gerçeklerine Direnen yığınlar vardır.
Bu geniş yığınların karşısında AKP hâlâ rejimin sürdürülebilirliğini “eskiyi” hatırlatmamakla sağlayabileceğini düşünmektedir.
Oysa tarihin yürüdüğü ortadadır…
04. 12. 2014 – BİRGÜN