Dünyanın en ünlü anayasa
hukuku uzmanlarından Prof. Ruth Rubio-Marin Milliyet’e konuştu: Kadına “eşitsin ama görevin annelik” demek, çelişkili ve sorunlu.
Prof. Ruth Rubio-Marin, Koç üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin düzenlediği “Toplumsal cinsiyet ve anayasacılık” konferansında konuşmak üzere İstanbul’daydı. Rubio-Marin ile eşitliği konuştuk.
Hangi ülkede olursa olsun ataerkilliğin, anayasaların bir parçası olduğunu söylüyorsunuz. . . Neden?
Anayasacılık ataerkilliği yaratmadı, ancak bu düzeni miras edinip yansıttı. Erkeklere kamusal, kadınlara özel alanı tanımlayan ideolojiyi sorgulamadı, kabullendi. . . Bugün
dünyadaki pek çok anayasada eşitliğin temini, eşitlik vizyonunun “müstakil ve fiilen” onayı anlamına geliyor. Yani, devletin sadece kadınlara karşı yapılan ayrımcılığı kaldırmakla yükümlü olmasını değil. . . Aynı zamanda, gerçek eşitlik fırsatlarını yaratmakla da sorumlu olması anlamına geliyor. Ancak bana göre bu, anayasada cinsiyetçiliğin ayakizlerini kaldırmakta yetersiz.
Nasıl?
Bir yurttaş olarak kadınla erkekten beklenti birbirinden farklı. Mesela erkekten askerlik,
kadından annelik görevini yapması beklenir. öte yandan, kadınların için koruyucu hükümlere rastlarsınız. . . Ayrıca anayasalardaki geniş ve belirsiz hükümler, mahkemeler tarafından yoruma açıktır. çoğunlukla erkeklerin oluşturduğu mahkemeler, hükümleri kendi önyargılarına göre yorumlar.
çok uzun bir süre mahkemeler, kadınların hem biyolojik hem de “fonksiyonel” farklılıklarının korunmaya muhtaç olduğunu teyit etti. Ailedeki çocuk, yaşlı, özürlülere bakım görevlerini kadının daha fazla üstlenmesinin kabulünü kastediyorum. Pek çok anayasada “aile”nin toplumun temeli olduğuna dair yapılan atıflar da buna katkıda bulunuyor.
KUTSANAN AİLE MODELİ
Bu anlayış Türkiye’ye has değil sanırım. . .
Doğru. “Ekmek parası kazananın erkek” olduğu aile modeli tekrardan kutsanıyor. Dünya çapında böyle bir akım var, bazı Batı ülkeleri dahil. Misal; milliyetçiliğin yeniden canlandığı post komünist ülkelerde, bazen kuvvetli bir dini altyazı eşliğinde, kadınlara “uygun” rolü ve toplumdaki yeri hatırlatılıyor.
Neden? Sizce bu trendde gay evliliklerin, boşanmaların artışı mı etkili?
Kesinlikle. Sadece kadın düşmanlığı ve homofobinin ifadeleri değil bunlar.
Daha ziyade “doğal” varsayılan kurumsal hücrenin – yani evlilikle birleşen heteronormatif ailenin- üzerine kurulu sosyal düzenin bozulacağına dair endişeler. öne çıkan soru şu: Sosyal ve siyasi yapımızı neden cinsiyetlere göre düzenliyoruz? Neden kimlik kartımızda cinsiyetimiz yazıyor? Göz rengimizi yazıyor mu ki cinsiyetimiz belirtilsin?
Evet, kimliğe ten rengini yazacak olsanız ırkçılık sayılır. . .
Aynen öyle. Peki cinsiyetin etrafında kurulan sosyal yapı, seksist midir? Bu elbette pek çok insan için zorlayıcı, özellikle de bu yapının çerçevesinde, belirli bir statüye sahip olanlar için. . . Erkekleri düşünün. Birdenbire erkek kategorisi geçersiz kalsa, otomatik olarak o statüyü kaybeder. Statü bize güvenlik, otorite, değerlilik duygusunu verir. Bunu kaybeden için tehdittir. Belki erkeklik ve erkek olma kavramlarının yeniden tanımlanması lazım.
Seksizm ve şiddet bağlantısı
Anayasaya göre eşitiz. Ancak siyasi iktidar, kadın ve erkeğin eşit olmadığını ve kadının rolünü annelik olduğunu sık sık telaffuz ediyor. Ne yapacağız şimdi?
Cumhurbaşkanı’nın son açıklamaları, Türkiye’deki pek çok
kadın gibi beni de şoke etti. Türkiye’nin başkanı kadınlara diyor ki “anne olmak göreviniz, şerefiniz; çünkü bir kadın olarak iyi yurttaş olmanın aslı budur. ” Merak ediyorum, böyle diyerek ifade özgürlüğünün yasal sınırları dışına çıkmış olmuyor mu? İfade özgürlüğü anayasal bir değerdir, ama cinsiyet eşitliği de öyle! Şiddeti körükleme vakalarında ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar getirilebileceğini kabul ettiğimiz gibi, seksizm için de benzerini söyleyemez miyiz? Hele ki seksizmle kadınlara yönelik şiddet birbiriyle bağlantılıyken? İfade özgürlüğünü yasal çerçevede kullanmış olsa bile bence bu, herhangi bir nedenden ötürü çocuk sahibi olmayan veya olamayan pek çok kadına hakarettir.
Anneliğin her türü de kutsal sayılmıyor. . .
Mesele de bu. Saygı gören annelik biçimi, ailenin kısıtlı bir tanımlamasının içinde yer alıyor. Yani evlilikle biraraya gelmiş, heteroseksüel aileler! Mesaj sadece annelik üzerine değil, ailenin belirli bir kültürel anlayışına ve kadının ideal yaşamına dair
Erkekleri ‘işten’ soyutlamayalım
– Eşit yurttaşlığın temini için, anneliğin ve diğer bakım türlerinin (hasta, yaşlı) sosyal önemini tanımakta yanlış birşey yok.
Tersine, kişinin tek değeri, kazanabildiği paraya göre ölçülmemeli.
– Sorun, insan dayanışmasını cinsiyet beklentilerine göre şekillendirmekte; bakımın getirdiği tüm haz ve yükü kadınlara vermekte. Bence erkekleri “bakım veren” olarak düşünmeye daha fazla dikkat etmeli. Anneyle ebeveynliği paylaşan bir figür olarak. . .
– Birbirine bakmaya yapılan katkı da görülmeli, değer verilmeli. Vergi vermek, devletin sınırlarını savunmak önemli yurttaşlık görevleri addedilir. Peki ya birbirimize bakmak?
– Sorun, kadın olduğum için üreme ve başkalarına bakmanın görevim olarak tanımlanmasında. Yurttaşlık görevleri tanımlanırken yapılan bu çifte standartlar. . .
– çocuklarına bakan erkekler, “kadınların işini” yaptıkları için daha mı az erkek? Bence bu son derecede kırıcı ve kısıtlayıcı. çünkü erkekleri, bakımla gelen duygusal tecrübe ve zenginlikten mahrum etmek anlamına geliyor.
RUTH RUBIO-MARIN KİMDİR?
– Prof. Ruth Rubio-MarÌn, İtalya
Floransa’da Avrupa
üniversitesi Enstitüsü’nün Karşılaştırmalı Kamu Hukuku başkanlığını yürütüyor.
– Marin, toplumsal cinsiyet, anayasacılık üzerinde çalışmalarıyla tanınıyor. Fas, Kolombiya,
Nepal, Suriye
ve Hırvatistan
gibi ülkelerde, ilgili anayasal maddelerin oluşmasında uzman olarak katkıda bulundu.
– Kadın, göçmenlik ve anayasa konularında altı kitabı yayınlanan Marin’in araştırmaları, BM belgelerine zemin oluşturdu.
01. 12. 2014 – MİLLİYET