Bugün 12 Eylül, TüSİAD’ın, TİSK’in MESS’in gazetelere ilanlar vererek askeri darbeye çağrı yaptığı; darbenin ardından Türkiye’nin en büyük patronu Vehbi Koç’un darbecilere “Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim. ” sözleriyle biten mektuplar göndererek “darbenizin ardındayız” mesajları verdiği; dönemin TİSK başkanı Halit Narin’in “şimdiye kadar biz ağladık onlar (işçiler) güldü. Şimdi sıra onlarda”, ABD yönetiminin ise “bizim oğlanlar başardı” sözleriyle karşıladığı darbenin 34. yıldönümü.
12 Eylül 1980’de doğanların Cahit Sıtkı Tarancı’nın yolun yarısı dediği 35 yaşına gelmelerine sadece bir yıl kalmış, yani ortalama insan ömrünün yarısı kadar zaman geçmiş darbenin üzerinden. 12 Eylül faşizmi on binlerce genci yaşamlarının henüz yarısına gelmeden ve hatta birçoğu ortalama yaşam süresinin çeyreğine gelmeden idam sehpalarında, işkencelerde, dağlarda, sokaklarda öldürmüş.
Tarihin en kanlı darbelerinden birisi olan 12 Eylül darbesi sadece darbenin gerçekleştiği 1980’de genç olanları öldürmekle yetinmemiş; aradan geçen 34 yıl içinde de pek çok gencin canını almayı sürdürmüştür. çünkü 12 Eylül’ün darbe düzeni 34 yılda kesintisiz olarak devam etmiştir. Bunun belki tek istisnası, SHP’nin HEP’le birlikte girdiği 1991 seçimleri sonrasındaki birkaç yıllık dönemdir. Bu dönemde 12 Eylül’ün kurumları (DGM, YöK vs) tartışılmaya başlanmış, 1989 Bahar Eylemleri’nin de etkisiyle reel ücretlerinde bir miktar artış gerçekleşmiş ve Kürt sorununun çözümü konusunda umutlar artmıştır. Ancak başta Musa Anter, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis suikastleri ve Turgut özal’ın şaibeli ölümü ile Sivas katliamı gibi toplumsal travma yaratan olaylar sonrasında bu dönem sona ermiştir. Tansu çiller’in başbakan olmasıyla birlikte bir taraftan ekonomik kriz gerekçe gösterilerek yükselen işçi hareketi baskılanmış, reel ücretler hızla gerilemeye başlamıştır. Diğer taraftan SHP ile Meclise giren HEP milletvekilleri tutuklanmış, çatışmalar yeniden yoğunlaşmış ve 12 Eylül faşist rejimi kaldığı yerden yoluna devam etmiştir.
Bu arada darbe rejimi ve ardındaki güçler için tehdit olarak görülen REFAHYOL Hükümeti de 28 Şubat 1997’de gerçekleştirilen bir ara darbeyle sona erdirilmiştir.
12 Eylül darbesinin 34 yıldır akıttığı kanın büyük kısmı Kürt halkının kültürel ve siyasal hakları için yürüttüğü mücadelede dökülmüştür. 50 binden fazla gencin öldüğü bu çatışma süreci, Kürt hareketinin hükümeti müzakere masasına oturmaya zorlamasıyla birlikte sona ermiştir. Ancak darbe rejimi başka bir alanda can almaya devam etmektedir. Sadece son 14 yıl içinde en az 15 bin emekçi yaşamlarını sürdürecek bir gelir elde etmek için can vermiştir. Bu rakam sadece iş başındayken gerçekleşen cinayetlerdir. Bundan çok daha fazla sayıda emekçi yaptığı iş ya da çalışma ortamından kaynaklanan nedenlerle yakalandığı hastalıklar sonucunda yaşamını yitirmektedir. Kaydı tutulmadığı için meslek hastalığı olarak tanımlanan nedenlerle ölen emekçi sayısı bilinmemektedir. Ancak her yıl evine ekmek götürebilmek için, binden fazlası iş başında gerçekleşen cinayetlerde olmak üzere on binlerce emekçi canını vermektedir. Son yıllarda iş başında gerçekleşen işçi cinayetleri toplu katliamlar haline dönüşmüştür. Soma’da madende 301, Mecidiyeköy’de inşaatta 10 emekçinin toplu halde katledilmesi bunun son örnekleridir.
2014 yılındaki işçi katliamlarını 34 yıl önce gerçekleşen darbeye bağlamanın ne kadar doğru olacağı sorusu akıllara gelebilir. 12 Eylül darbesiyle bugün yaşanan işçi katliamları arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira bugün yaşanan işçi cinayetleri, 34 yıl önce ulusal ve uluslararası sermayenin teşvikiyle doğrudan işçi sınıfının örgütlü gücünü kırmak üzere gerçekleşmiş olan darbenin sonucudur. çıkarttığı yasalar ve uyguladığı baskılarla bu darbe amacına ulaşmış ve işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlülüğü zayıflatılmıştır. Kolektif haklarından yoksun bırakılmasıyla birlikte emekçilerin büyük bölümü kayıt dışı alanda bireysel haklarından da fiilen yoksun olarak çalışmak zorunda kalmışlardır. Bireysel hakların ortadan kaldırılmasının yasal zemine oturtulması 2000’li yılları bulmuştur. özellikle 2001 krizi bahane edilerek Kemal Derviş tarafından getirilen neoliberal yapısal uyum programı çerçevesinde patronların emeği serbestçe sömürmesinin yolunu açacak olan esnek çalışma düzeni 4857 sayılı İş Kanunu’yla yasallaşmıştır. Bu yasa beraberinde taşeronluk sistemi başta olmak üzere esnek istihdamı yaygınlaştırmış, çalışma süreleri, ücretler patronların inisiyatifine bırakılmıştır. Esneklikle birlikte iş güvencesini kaybeden emekçilerin bu dayatmalara karşı çıkmaları ve örgütlenmeleri de engellemiştir. Böylece bugün katliama dönüşen işçi cinayetlerinin yolu açılmıştır.
AKP, 12 yıllık iktidarında neoliberal yapısal uyum programını sadakatle uygulayarak, işçi cinayetlerine neden olan koşulları hazırlamıştır. Emekçileri işsizlik tehdidiyle en kötü koşullarda, ölümü göze alarak çalışmaya zorlayan AKP, -yargılamakla övündüğü- 12 Eylül darbe rejiminin emekçiler üzerindeki baskı ve şiddet yöntemlerini kullanmaktan da geri kalmamıştır. özellikle 2008 sonrasında AKP’nin emekçilere yönelik baskı ve şiddeti -darbenin ardından geçen birkaç yılı saymazsak- geçen 34 yılın en üst düzeyine ulaşmıştır. İşçi ölümlerinde son yıllardaki artış da bunun da önemli etkisi olmuştur.
TİSK başkanı Halit Narin 12 Eylül darbesini “şimdiye kadar biz ağladık onlar (işçiler) güldü. Şimdi sıra onlarda” diyerek karşılamıştı. Aradan geçen 34 yıl Narin’i haklı çıkardı; 12 Eylül öncesi gülen işçiler, -12 yıllık AKP iktidarının da katkısıyla- bugün ağlamakla kalmıyor ölüyor!
Sözün özü: 34 yıldır süren darbe rejimi bugün de can almaya devam ediyor. çözüm süreciyle birlikte silahların susmasının ardından darbe rejiminin aldığı canlar daha çok Türk, Kürt, Laz, çerkez, Alevi, Sünni, kadın, çocuk, genç, göçmen işçiler, emekçiler. Daha fazla kanın akmaması darbe rejiminin tamamen sona ermesine bağlı. Bunun için demokrasi; demokrasi için ise birleşik bir mücadele gerekiyor!
12. 09. 2014 – EVRENSEL