KORKUT BORATAV- AKP EKONOMİSİ: ARTAN BAĞIMLILIK (22. 04. 2014)

250

Geçen hafta bu köşede AKP iktidarının ekonomik bilançosunu tartışmaya başladım. Kısaca hatırlatayım:
On bir yılda gerçekleşen yüzde 4,5’luk büyüme temposu “orta halli”dir. Daha hızlı büyüyen çevre ekonomileri ile temel fark, Türkiye’de sermaye birikiminin yetersiz olmasıdır. Ulusal tasarruflar ise çok daha düşük oranlarda kalmış; bu durum kronik dış açıklara yol açmıştır. Bu, göreli durgunluk ile dış bağımlılığın birlikte gerçekleşmesi anlamına gelmiştir.
Bugün dış bağımlılığın AKP’li yıllar içinde arttığını, aşağıdaki tablodan yararlanarak göstermek istiyorum.
Tablo Türkiye’de neoliberalizmin 34 yılını beş alt-döneme ayırıyor. 12 Eylül ve özal dönemi (1980-1988); koalisyonlar ve popülizme kısmî dönüş (1989-1997); IMF gözetiminde durgunluk yılları (1998-2002); AKP’nin “lâle devri” (2003-2007) ve AKP’nin durgunlaşma yılları (2008-2013). . .
Ek bir not: IMF gözetiminin son dalgası 1998’de başlamış; AKP tarafından yeni bir anlaşma da yapılarak Mayıs 2008’e kadar açıkça; sonraki beş yılda da fiilen sürdürülmüştür.
üç göstergenin dönem ortalamalarını inceliyoruz: (1) Yabancı sermaye girişlerinin dolarlı milli gelire oranı; (2) ortalama büyüme; (3) cari işlem dengesinin milli gelire oranı. . .
* * *
12 Eylül-özal döneminde sermaye giriş-çıkışları denetlenmekteydi; büyümenin yol açtığı dış açığın finansmanı, yabancı sermaye girişleriyle karşılanmaktaydı. Dış kaynakların ve cari açığın milli gelire oranı, bu nedenle, aşağı yukarı aynıdır.
1989 sonrasında emekçi sınıflar 12 Eylül rejimindeki kayıplarının bir bölümünü geri aldı. Koalisyon iktidarları popülizme savruldu. Buna karşı sermaye hareketleri serbestleştirildi ve dış kaynak girişlerinde ılımlı bir artış gerçekleşti. 1994 krizinde gerçekleşen devalüasyonun ve Merkez Bankası’nın döviz kuru politikasının katkılarıyla dış açık/milli gelir oranı yüzde 1’in altında kaldı. Artan yabancı sermaye girişleri ise cari açıktan çok rezerv biriktirmeye ve yerli aktörlerin ülke dışına kaynak aktarımına tahsis edildi.
1998’le başlayan ara-dönem, öncekiyle süreklilik gösterir. İki küçülme/kriz yılı, yabancı sermaye girişlerini frenledi; yerli aktörlerin dış dünyaya kaynak aktarımı süregeldi. Cari açık oranı yine yüzde 1’in altındadır.
Böylece 1980-2002 yılları için iki genelleme yapabiliyoruz: Birinci olarak, bu dönemde Türkiye ekonomisinin ciddi bir dış açık sorunu yoktur. Gümrük Birliği’ni dışlayan ve DTö kuralları ile yetinen aktif bir dış ticaret politikası, hızlı büyüme ile dış dengeyi uzlaştırabilirdi. Nitekim 1990 ve 1997’de yüzde 8-9’luk büyüme, yüzde 2’nin altında dış açıklarla gerçekleştirilmişti. İkinci olarak, büyüme süreci dış kaynaklara bağımlı değildir. Yani, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, büyümeyi desteklememiştir.
AKP’li yıllara geçelim. önce ilk beş yıl: Yabancı sermaye girişleri coşar; iç talebi pompalar; kısa dönemli büyüme ivmesini yukarı çeker. Dış kaynaklar ile büyüme; büyüme ile de cari açık arasındaki bağlantılar hızla artar. Kısacası, ekonominin kaderi dış kaynak hareketlerine bağlanmakta; dış bağımlılık yoğunlaşmaktadır.
“Lâle devri”ni izleyen altı yılda bu bağımlılık daha da ağırlaşmıştır. Ortalama büyüme yarı-yarıya düşmüş; buna rağmen cari açıkların milli gelire oranı hızla (%33) tırmanmıştır. Milli gelirin net olarak küçüldüğü 2008-2009’da dahi ekonomi 53 milyar dolara (milli gelirin yüzde 4’üne) yaklaşan cari açık vermiştir. “Lâle devri” sonunda kapasite sınırlarına yaklaşan ekonomiyi, dış kaynak girişleriyle canlandırmak güçleşmekte; yüzde 20 eşiğini aşamayan bir sermaye birikimi ile büyüme patikasını yukarı kaydırmak mümkün olamamaktadır.
Yabancı sermaye (YS), Cari denge (CD), Milli gelire (GSYH’ye) oranlar; büyüme (%)
* * *
Böylece, AKP’nin on bir yılı içinde, belli bir büyüme temposunun yarattığı dış açık göreli olarak tırmanmıştır. Ulusal tasarruf oranı, dönem boyunca her yıl ortalama yüzde 1,9 oranında düşen bir eğilim göstermiştir. Ekonominin dış kaynaklara bağımlılığı böylece artmıştır. öte yandan astronomik yabancı sermaye girişlerinin büyümeyi destekleme gücü de aşınmıştır. Demek ki, artan bağımlılık işe de yaramamaktadır.
Peki, bu iş nereye kadar sürer? Tartışmak üzere. . .
22. 04. 2014 – SOL